İstanbul tarihi

admin

Doğu’dan Anadolu’ya göç ederek uzun bir süre Kemah’ın Apuşta Köyü’nde ikamet eden Eremya Çelebi Kömürciyan’ın ataları, XVI. yüzyılın sonlarına doğru Celâlî isyanları sırasında Gelibolu’ya yerleşmek mecburiyetinde kalırlar. Kömürciyanlar’ın aile reisi olan Sarkis Kömürciyan 1590 yılında burada vefat eder ve oğlu Nahabet ile torunu Mardiros Gelibolu’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşir. Mardiros İstanbul’da evlenir ve üç erkek çocuğu olur. Çocuklarının en büyüğü olan Eremya Çelebi, 13 Mayıs 1637 günü Langa’da doğar. En küçük kardeşi Der Komidas, kilise ve mezhep faaliyetleri içinde yer alır ve şiddetli Katolik hareketlerine karıştığı için 26 Ekim 1707 günü idam edilir. 1929 yılında Papa XI. Pius tarafından aziz ilan edilerek Katolik Kilisesi takvimine girer. Eremya Çelebi’nin babası Mardiros’a 1638 yılında Kudüs’te papazlık tevcih edilir ve 1665 yılındaki vefatına kadar Langa’daki Surp Sarkis Ermeni Ortodoks Kilisesi’nde hizmet eder.

Eremya Çelebi Kömürciyan

Eremya Çelebi Kömürciyan, ilk eğitimini babasının arkadaşı olan papaz Der Hovhannes’in yanında yapar. Bu sırada zengin bir Ermeni olan Hacı Abbagum tarafından evlat edinilir ve eğitimine önem vermesi sağlanır. Ermenice’nin yanı sıra Türkçe, Rumca ve birkaç Avrupa lisanı öğrenen Eremya Çelebi’nin çok sayıda eseri bulunmaktadır. Eremya Çelebi’nin en tanınmış eseri olan ve müellif hattı ile yazılmış metin Kudüs Manastırı’nda bulunmaktadır. Eserin bir diğer nüshası ise Eçmiadzin’de bulunmaktadır. Dr. V. Torkomyan Kütüphanesi’nde bulunan nüshası ise 1913 yılında Viyana’da basılmıştır. Hrand Der Andreasyan tarafından günümüz Türkçesi’ne tercüme edilen matbu nüsha 21×15.5 cm ebadında olup orijinali 185 varak olan eserin 92 varağını kapsamaktadır.

Eserin sonundaki müellif kaydından anlaşıldığı gibi Eremya Çelebi, zaman zaman ara verdiği eserini üç muhtelif tarihte tamamlar. Eremya Çelebi, birinci ve ikinci fasılları 1661-1664 tarihleri arasında yazdıktan sonra, bir süre ara vermiş, 1673-1681 tarihleri arasında tekrar ele alarak muhtemelen 1684 veya 1689 yılında tamamlamıştır.

Hrand Der Andreasyan

22 Ekim 1892 günü İzmit’e yakın Bahçecik beldesinde doğan Hrand Der Andreasyan, ilk ve yüksek eğitimini Bahçeçik’te aldıktan sonra, yardımcı öğretmen olarak Üsküdar’daki Surp Hac Ermeni Kilisesi Mektebi’nde bir yıl kadar görev yapar. Yedek subay olarak Kuşadası ve Söke’de görev yaptıktan sonra 1919 yılında terhis edilir. Daha sonra eğitimine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde devam eden Hrand Der Andreasyan 1935 yılında buradan mezun olur. 1945 yılında Türk Tarihi ile ilgili, Ermeni, Fransız ve İngiliz kaynakları uzmanı olarak aynı fakültede görevlendirilir ve 1971 yılında emekliye ayrılır. 11 Eylül 1978 günü vefat eden değerli araştırmacı, Şişli Ermeni Mezarlığı’na defnedilir.

İlk okuduğum günden beri Hrand Der Andreasyan’ın “İstanbul Tarihi” tercümesi beni hayrete düşürmektedir. Eremya Çelebi Kömürciyan’ın bu eseri, günümüz Türkçesi’yle 65 sayfadan oluşmaktadır. Hrand Der Andreasyan’ın yayımladığı kitap ise dizin ile birlikte 343 sayfadır. Esas metnin dört mislinden fazla olan açıklamalar ve bilgiler kolay kolay edinilemeyen bir birikimin ve özümsemenin sonucudur. 1952 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayını olarak basılan bu kitap, 1988 yılında da Kevork Pamukciyan’ın açıklamalara yaptığı eklerle yeniden yayımlanır.

Okumak gerekiyor

Eremya Çelebi Kömürciyan’ın “İstanbul Tarihi”, XVII. yüzyıl İstanbul’u hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkesin okuması gereken bir kitaptır. Üstelik bu kitap yalnızca XVII. yüzyıl İstanbul’unu değil, ilave edilen notlar ile şehrin günümüze kadar devam eden hikâyesini de anlatmaktadır. Dönemin diğer önemli yazarı Evliya Çelebi’nin anlattıklarıyla karşılaştırılan ve çok sayıda kaynak kitap gözden geçirilerek değerlendirilen tespitler yaşadığımız şehrin geçmişini öğrenmek açısından çok önemlidir.

Bizim problemimiz

Bilmem yeteri kadar aktarabildim mi, bu kitaba olan hayranlığımı? Etkili bir tercüme olmasının yanı sıra içerdiği açıklamalar ile başarılı bir çalışma ürünüdür ve kaynak kitap olarak el altında bulundurulması gerekir. “İstanbul Tarihi”ni her elime aldığımda bana bir hüzün çöker. Niçin biz de geçmişimize dair eserleri ve kaynakları bu nitelikte yayımlayamıyoruz? Çoğu kez belirttiğim gibi eskiye ait eserler toplumun büyük bir bölümünün bilgisi dışında, sanki zaman Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman’la durmuş gibi, son zamanlarda moda olduğu için biraz da Sultan II. Abdülhamid’den söz ediliyor. Hep kazandığımız ve güçlü olduğumuz dönemlerden nakli bilgilerle bahseder olduk. Geçmişe dair eserleri Latin alfabesi ile yayımlamak hüner değil, bu yayınlar üç-beş kişinin dışında kimsenin ilgisini çekmiyor, eskilerin tabiriyle kâğıt israfından başka bir şey değiller. Eski Türkçe’yi yeteri kadar bilenler okumalarını gerçek nüshalar üzerinden yapıyorlar. Kullanılan kelimelerin gerçek anlamlarını bilmeyenler, yeni alfabeden okusalar ne anlayacaklar?

Günümüzde Eski Türkçe’ye onunla birlikte Farsça ve Arapça’ya hâkimiyeti olan araştırmacı sayımız giderek artmakta, buna karşın yapılan çalışmalar ne yazık ki yeterli düzeyde değil. Bu çevirileri yapanlar ya ilimlerine güvenmiyor, hata yaparım sonra beni eleştirirler diye korkuyor, ya da ben yaptım oldu anlayışı ile olmayan, olmayacak işler yapmayı marifet sanıyorlar. Diğer yandan bazı kişilerin “Benim tekelimde kalsın!” diyerek kasten geçmişi günümüz diline aktarma çalışmalarına engel olduklarını düşünüyorum. “Benim tekelimde kalsın ki, istediğim gibi yorum yapayım, kendi düşüncelerime göre tarihi yorumlayayım!” anlayışının günümüzde kesinlikle kabul edilebilir bir yanı yoktur.

Geçmişi bilmek ve değerlendirmek gerek

Çok çalışmamız ve geçmişi değerlendirmemiz gerekiyor. Bunun için yeterli insan kaynağına ve ekonomik güce sahibiz. Yeter ki bunu organize edecek bir otorite varlığını hissettirsin. Geçmişte yapılan hatalardan ders alalım, başarılı çalışmaları tekrarlamak için çalışalım. Geçmişin üstünü örtmenin hiçbirimize faydası yok! Önümüzü açmakta zorlanıyoruz, çünkü geçmişi ders almak için değil öğünmek için kullanan bir toplum yapısı oluştu, bu oluşumun gerek ülkemize gerekse insanımıza hiçbir faydası olmadığı gibi büyük zararı dokunuyor.

Doğruyu tekrar etmek, yanlışta ısrar etmemek için geçmişi öğrenmemiz gerekiyor. Bunun en doğru yolu geçmişin birikimlerinden haberdar olmaktır. Geçmişini doğru dürüst bilmeyen bir ülkenin ve onun insanlarının geleceğinin ne olduğunu düşünmek bile beni korkutuyor.

“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yön veremez.” –Mustafa Kemal Atatürk

Eremya Çelebi Kömürciyan, (Haz. Hrand D. Andreasyan), İstanbul Tarihi, İstanbul, 1952.

Eremya Çelebi Kömürciyan, (Tercüme ve Notlayan Hrand D. Andreasyan, Yeni Notlarla Yay. Haz. Kevork Pamukciyan), İstanbul Tarihi, İstanbul, 1988.

Yorum yapın